Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”
Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”
- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. “Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”
- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.
“Çocuklar Gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!
Doğan CÜCELOĞLU
28 Mart 2014 Cuma
27 Mart 2014 Perşembe
DÖRT YAPRAKLI YONCA
Bugün arkadaşım Nesligül Yazıcı'nın sudaki renkler* bloğundaki bir yazısını okudum.Çok kısa ve net bir yazıydı.Öncelikle sizinle bunu paylaşmak istedim.'Şans getirdiğine inanılan dört yapraklı yonca 'nın bir hastane odasının kapısındaki anlamı ''hasta'nın düşme riski var '''.Hastanede çalıştığım dönemde belki bu yoncayla defalarca karşılaşmıştım fakat hiç bu açıdan düşünmemiştim.Oysa ki yonca, sosyal hayatımda şans, iş hayatımda ise bir uyarı idi.
Nesligül'ün satırlarını okurken zihnimde "Kim bilir daha neleri yanlış yorumladık ve neleri anlamadan sadece bakıp geçtik?" gibi sorular geçti.
Zaman zaman ilişkilerimiz de bile bu yanılgıya düşüyoruz.Anlatılmak isteneni anlamıyoruz ve anlamadığımızı da sormuyoruz.Soruları kendimize soruyoruz;asla doğru cevabı alamayacağımızı bile bile.Doğru ya da yanlış anladığımız kadarıyla devam ediyoruz.Kimi zaman da 'ben gördüğüme ve duyduğuma inanırım' diyoruz.Kendimize yanılma, karşımızdakine ise doğruyu anlatma şansı vermiyoruz.
*http://sudakirenkler.blogspot.com.tr/
Nesligül'ün satırlarını okurken zihnimde "Kim bilir daha neleri yanlış yorumladık ve neleri anlamadan sadece bakıp geçtik?" gibi sorular geçti.
Zaman zaman ilişkilerimiz de bile bu yanılgıya düşüyoruz.Anlatılmak isteneni anlamıyoruz ve anlamadığımızı da sormuyoruz.Soruları kendimize soruyoruz;asla doğru cevabı alamayacağımızı bile bile.Doğru ya da yanlış anladığımız kadarıyla devam ediyoruz.Kimi zaman da 'ben gördüğüme ve duyduğuma inanırım' diyoruz.Kendimize yanılma, karşımızdakine ise doğruyu anlatma şansı vermiyoruz.
*http://sudakirenkler.blogspot.com.tr/
25 Mart 2014 Salı
MUTLU HİSSETMENİN BİLİMSEL FORMÜLÜ
Mutlu olmanın
bilimsel açıdan kanıtlanmış 12 yolu
Gerçekten mutlu hissetmenin bilimsel bir formülü olduğunu
biliyor muydunuz? Araştırmalar; mutluluğun yolunun küçük değişikliklerden
geçtiğini gösteriyorDünyanın dört bir yanında yapılan bilimsel araştırmalar; mutluluğun formülünü bulmaya çalışıyor. Son yıllarda mutluluk, yaşama sevinci ve pozitif olma konularına sıkça eğilen bilim adamları, ortaya hayatı güzelleştirecek öneriler çıkardı. İşte o öneriler...
YARDIMSEVER OLUN
Psychological Bulletin'de yayınlanan araştırmaya göre;
kendiniz için değil de, başka insanlar için para harcamak, size kendinizi daha
iyi hissettirecek. En mutlu insanların, en büyük vericiler olduğunu ortaya
koyan araştırmaya göre; bağış yaparak ve başkalarına para vererek mutluluğu
yakalayabilirsiniz.
BOL BOL ŞÜKREDİN
Pennsylvania Üniversitesi'nden Profesör Martin Seligman; her
gece onları mutlu eden üç iyi şeyi akıllarından geçiren insanların,
diğerlerinden daha mutlu olduğunu kanıtladı. Sizi mutlu eden şeylerin önemli
olması da gerekmez; eşinizin, sevdiğiniz tatlıyı almayı hatırlaması bile
şükretmeniz için yeterli.
YENİ BİR ŞEY DENEYİN
Çalışmalar; maceraya katılan, yeni deneyimler yaşayan ve
rutinlerini değiştiren insanların daha mutlu olduğunu ortaya çıkardı. Yeni
şeyler denemek, beyin dalgalarını da uyarıyor.
HEDEFLER BELİRLEYİN
Psikolog Jonathan Freedman, kendilerine kısa veya uzun
vadeli hedefler koyanların, koymayanlara göre daha mutlu olduğunu iddia ediyor.
Wisconsin Üniversitesi'nden Richard Davidson, "Bir amaç doğrultusunda
çalışmak, olumlu duyguları devreye sokar" diyor.
TARAFSIZ OLUN
'Ultimate Happiness Prescription' adlı kitabın yazarı Dr.
Deepak Chopra; mutlu olmak ve aydınlanmak için tarafsız olmak gerektiğini söylüyor.
Chopra, "Eğer kendi bakış açınızı savunmayı bırakırsanız, enerjinizin
yüzde 99'unu tasarruf edersiniz ve çok daha mutlu olursunuz" diyor.
İNANÇLI OLUN
Yapılan yeni çalışmalara göre; inançlı insanlar, olmayanlara
göre hayatlarından çok daha memnun ve daha mutlu. Doç. Bruce Headey'in,
Melbourne Üniversitesi'nde yaptığı 25 yılık araştırmanın sonucunda; inançlı
insanların, kariyer endişesinden kaçındıkları ve duygusal açıdan daha
istikrarlı oldukları ortaya çıktı.
EN AZ ALTI SAAT
UYUYUN
İngiltere'de yapılan bir çalışma; günde en az 6 saat 15
dakika kesintisiz uyumanın, insanları mutlu ettiğini gözler önüne serdi.
10 İYİ ARKADAŞ EDİNİN
Nottingham Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırma; en az 10
iyi arkadaşa sahip olduğunu söyleyen yetişkinlerin, beş veya daha az yakın
arkadaşa sahip olanlardan daha mutlu olduğunu ortaya koydu. Çalışmaya göre;
daha mutlu hissetmek için, arkadaş çevremizi genişletmemiz gerekiyor.
SIK SIK GÜLÜMSEYİN
Gülümsemek ve mutluymuş gibi davranmak, gerçekten üzgün
olduğunuzda kendinizi daha iyi hissetmenize neden oluyor. Birçok araştırmaya
göre; sadece gülümseme hareketi bile, insanların kendilerini daha mutlu
hissetmelerine sebep oluyor.
ROMANTİZM ÖNEMLİ
İlişkilerin, mutluluk üzerinde büyük bir etkisi var.
Biliminsanlarının Cornell Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre; ilişkisi
olan insanlar; olmayanlara göre daha mutlu.
İŞE YAKIN OTURUN
İngiltere'de yapılan son araştımalarda ise; iş yerine 20
dakika mesafede oturan kişilerin, daha mutlu olduğu iddia ediliyor. Her gün kat
edilen yolun uzunluğu; sağlığı ve formda kalmayı doğrudan etkiliyor. DAHA FAZLA MAVİ
Sussex Üniversitesi araştırmacıları; mavi rengin stresi yok ettiğini, mutluluğu artırdığını ve özgüveni geliştirdiğini tespit etti. Çalışmaya göre; çevrelerinde mavi rengi görenler, kendilerini daha mutlu hissediyor. İngiliz Daily Mail gazetesinde yayınlanan bir araştırmaya göre de; mavi sevgisi, atalarımıza kadar uzanıyor. Özellikle akşam saatlerinde mavi renkle iç içe olmak kişiyi çok daha mutlu ediyor.
Etiketler:
ARKADAŞ,
GÜLÜMSEME,
HEDEF,
HİSSETME,
MUTLU OLMA
18 Mart 2014 Salı
HEDEFİMİZİ BELİRLERKEN...
Her gün yeni bir güne başlar ve yeni anlara “merhaba”
deriz. Her başlayan yeni günde, hepimizin farklı beklentileri, hevesleri ve hedefleri
bulunmaktadır. Zaman zaman hayatla bir hesaplaşma içine gireriz. Bizden neleri
aldı, neler getirdi, diye... Umduklarımızın ne kadarını bulduk ya da
bulduklarımızın ne kadarı ile yetindik? Her şey şöyle dursun önümüzde bizi
bekleyen yeniliklerle dolu koca bir ömür var. Şu andan sonra ona karşı
sorumluluklarımız da var.
Yeni iş planları,
Yeni hedefler,Yeni alınacakların listesi,
Yeni ilişkiler,
Yeniden şekil vermek istediğiniz her şey sizi bekler.
Kendinize biraz
vakit ayırarak yapmak istediklerinizi listeleyin. Bunların içinden birini
seçin. Fakat seçtiğiniz sizi en çok etkileyen, heyecanlandıran, ona
ulaştığınızda mutlu olacağınız hatta hayalini kurabileceğiniz bir tercih olsun.
Bu ilk seçeneğin yanında alternatif hedefleriniz de olsun. Çünkü hedeflerdir
insanı hayatta bir başarıdan diğer başarıya götüren. Geçmişte ulaşamadığınız hedefleriniz
düşündürmesin sizi. Ulaştıklarınızı düşünerek çıkın bu yola. Onlar sizlerin
kimi zaman enerjisi kimi zaman motivasyon kaynağı olacaktır. Hedeflerimizi
belirlerken nelere dikkat etmemiz gerektiğini, gerçek bir hedefin hangi
özelliklere sahip olması gerektiğini bilirsek çıktığımız yolculuğu başarıyla
tamamlama şansımız da yüksek olacaktır. Hedefimizi belirlerken öncelikle
içimizdeki nedeni keşfetmemiz gerekecektir. Ve kendimize “Ne için?” sorusunu
sormalıyız. İsteklerimizin altında yatan asıl nedeni bulduğumuzda ise hedefimize
daha çok bağlanır ve ilerleriz.
İnsanoğlu, isteklerinin yaratacağı duyguya
sahip olmak ister. Bizler de bir şey isterken duygularımızı sorgulayarak,
istediğimiz şeyin bizde yaratacağı etkiyi düşünerek istemeliyiz. Çünkü herkesin
içsel sebebi kendisi için önemlidir ve diğer insanlardan farklıdır. Hedefimizi,
istek ve arzularımız ile karıştırmamalıyız. İsteklerimiz ne zaman ki hedef
haline gelirse işte o zaman bir düş olmaktan çıkar, gerçekleşmeye başlar. Tam
da bu noktada hayaller gerçeğe dönüşür yavaş yavaş...
İç sesimize kulak
vererek isteklerimizi hedef cümlemiz haline getirdiysek eğer bundan sonrası
daha eğlenceli olacaktır.
Peki, bu hedef cümle
nasıl olmalıdır? Öncelikle pozitif bir dil kullanarak belirlenmelidir.
Düşündüğümüz zaman bizi heyecanlandırmalı ve teşvik etmeli. Aklımızda
tutabileceğimiz kolaylıkta olmalıdır. Çünkü gün içinde bu cümleyi kendimize
hatırlatmalıyız. Belirli bir süre içermelidir ve ölçülebilir olmalıdır. İdeal
süre 12 haftadır. Bu süre bir hedefe ulaşmak için yeterlidir. Hedefimize
ulaşacağımız bu yolda hep bir adım ilerisine gereksinim duyarız ve inandığımız
kadar ilerleyebiliriz.14 Mart 2014 Cuma
SAĞLIKLI BİR PAYLAŞIM
Sağlıklı ve kaliteli yaşam adına bir çok şey yazılıyor,
söyleniyor.Gerçekten de mutlu bir yaşam için klişe bir cümle olsa da söylemeden
geçemeyeceğim “Her şeyin başı sağlık.” Bunu hepimiz sıkça duyar ve dile
getiririz fakat istikrar konusunda hala eksik olan bir şeyler var.Aslında nelerden ya da kimlerden destek olacağımızı
bilmemiz, işimizi % 50 kolaylaştırmaktadır.Bu konuyla ilgili olarak okuduğum
bir Mehmet Öz röportajını sizlerle paylaşmak istedim.
“Mehmet, senin seyircileri elçi gibi kullanmak fikrin çok
güzel. Bugün sağlık riskleri olsun, kanserden korunma tarzı beslenme olsun,
kişilere anlattıklarımız kısa bir süre uygulanıyor ve ondan sonrada yavaş yavaş
unutuluyor. Bu nedenle ben ‘Sağlık Koçluğu’nun veya başka bir deyişle ‘Sağlık
Yönetimi’nin çok önemli olduğuna inanıyorum. Nasıl şirketlerin yöneticileri
varsa, kişilerin de sağlıklarının bir yönetici doktoru olmalı ve bu doktor
kişiye özel bir program içinde, kişiyi yönlendirmeli, programlamalı. Bu
uygulamadan programdan yararlanan kişiler kısa sürede bunun büyük faydasını
görüyorlar. Bugün artık kişilerle doktorların el ele, sağlığı yöneteceği bir
tıp anlayışı başladı, bundan yararlanan yıllar kazanıyor. Tabii dediğin gibi,
bu kişiler de bunu kendi yakınları, sevdikleri ile paylaşmalı, onlara yol
göstermeli.”
* * *“Hasan bu hepimizin sorunu, bugün aynı problem Amerika’da da var. Kişiler önce büyük bir şevkle gelip, dinleyip, senin önerdiklerini uygulamaya başlıyorlar, kısa bir süre sonra konuşulanlar unutuluyor, kendi yanlışlarına veya eksiklerine devam etmeye başlıyorlar. Dediğin gibi anlaşılır ve uygulanabilir bir şekilde kişilerin sağlığının yönetileceği, bir ‘Sağlık Yönetimi’, ‘Sağlık Koçluğu’ programı hakikaten sağlığını korumak, hastalık risklerinle mücadele etmek isteyen kişilerin en büyük yardımcısı aslında.”
11 Mart 2014 Salı
Dengeli Beslenmenin Kuralları
Yaz mevsimine hazırlıkların başladığı şu aylarda, beslenme konusu herkesi yakından ilgilendirmektedir.Bunun için faydalı olacağını düşündüğüm bazı dengeli beslenme önerilerini sizlerle paylaşmak istedim.
1- Hayatınızda akılcı
bir beslenme rejimi her zaman olmalı. Kilo vermeyi ertelemeyin. Eğer hızla kilo
veremediyseniz, hayal kırıklığına uğramayın. Keza çok çabuk kilo kaybederseniz,
yeme alışkanlıklarınızı değiştirmeniz imkansız. Herhangi bir tatlıyı yemeden
veya bisküvi paketini açmadan önce kendinize sorun, "Ben gerçekten aç
mıyım" eğer cevabınız olumluysa, on dakika bekleyin ve bu soruyu tekrar
sorun.
2- Yiyeceklerinizi haftalık olarak planlayın. Böylece alışveriş yaparken, abur cubur satın almaktan kurtulabilirsiniz. Asla süpermarkete aç gitmeyin. Eğer insanlar tok karnına alışverişe giderlerse, besin değeri daha yüksek yiyecekler alıyorlar. Abur cuburdan da uzak duruyorlar.
2- Yiyeceklerinizi haftalık olarak planlayın. Böylece alışveriş yaparken, abur cubur satın almaktan kurtulabilirsiniz. Asla süpermarkete aç gitmeyin. Eğer insanlar tok karnına alışverişe giderlerse, besin değeri daha yüksek yiyecekler alıyorlar. Abur cuburdan da uzak duruyorlar.
3- Daha hareketli
olabilmek için hayatınızda, beslenme rejiminizde değişiklik yapmaktan
kaçınmayın.
4- Bir günlük tutun.
Hem ne yediğinizi, hem de ruh halinizi kaydedin. Eğer istemediğiniz halde yemek
yiyorsanız, bir dakika sonra kendinizi kontrol altına alabilirsiniz. İradeyi
kullanmak, dakikalarla başlar, saatlik, günlük, haftalık, aylık... sürelerle
devam eder. Daima geriye dönüp kendinizi kontrol edin..
5- Hiçbir zaman neden
kilo vermek istediğinizi unutmayın. Sıkıldığınızda veya diyet yapmaktan
yorulduğunuzda eski fotoğraflarınıza göz atın. Ve her verdiğiniz kiloda
kendinizi nasıl hissettiğinizi hatırlayın. Değişimin zamanla ve sabırla
olacağını hep aklınızın bir köşesinde bulundurun.
6- Geçmişi
değiştiremeyebiliriz ama gelecek için şansımızı deneyebiliriz.
7- Eğer istemediğiniz
halde yemek yiyorsanız, bir dakika sonra kendinizi kontrol altına
alabilirsiniz. İradeyi kullanmak, dakikalarla başlar, saatlik, günlük,
haftalık, aylık... sürelerle devam eder.
8- Yeryüzündeki
hiçbir yiyecek, sizin kendinizi zayıf hissetmenizden daha lezzetli olamaz.
9- Artık biliyorum
ki, doğru seçimler yaparsam, zayıflayabilirim. Her an şu soruyu soruyorum:
"Buna ihtiyacım var mı, gerçekten onu yemeyi istiyor muyum?
10- Eğer yemek yemek
istemiyorsanız, yemek yiyebileceğiniz bir yere gitmeyin.
11- Sosyal zorunluluk olarak, bir partiye gidiyorsunuz, ne
yiyeceğinizi de planlayın.
12- Eğer bir açık
büfe ile yüz yüze iseniz, hemen salata bölümüne gidin ve tabağınızı salatayla
doldurun. İkinci kez gittiğinizde kendinizi tok hissedeceksiniz ve daha fazla
kontrol edebileceksiniz.
13- Her zaman ölçülü
olun. Porsiyonlarınız küçük olsun.
14- Bol sebze, az
yağ, bardak bardak su... .
15- Yemeğe başlamadan
önce bir bardak su için ve bu sırada düşünün, "Şu anda yemek yiyorum ama
hedeflediğim kilodan uzaklaşıyorum." Kendi kendinizle yapacağınız
tartışmalar işe yarayacak.
16-Bilinçli bir
şekilde yemek yiyin. Yavaş olun. Ağzınıza götürdüğünüz her lokmaya dikkat edin.
17- Her yemekten
sonra dişleriniz fırçalayın. Ağzınızdaki temizlik duygusu sizin bir kaç saat acıkmanızı
engelliyor.
18- Öğünlerinizde
lifli ve karbonhidrat çeşitliliği yüksek ürünleri tercih etmeye çalışınız.
Yemeklerinizde kolesterolü yüksek ve tuzlu gıdaları kullanmaktan kaçınınız.
19- Uyumadan önce
yemek yemekten kaçınınız. Özellikle, uyumadan 4 saat öncesine kadar son
öğününüzü yemelisiniz.
20- Günlük yemek
alışkanlıklarınız 3 ana ve 3 ara öğün üzerine kurulmalıdır. Öğünlerin
arasındaki süre kısa ve öğünlerin yoğunlukları da az olmalıdır. Hemen her
öğünün sonunda küçük bir meyve parçasının uzun sürede faydası olacaktır.
21- Vücudun su
dengesi korunmalıdır. Bu bakımdan gün içinde yaklaşık 2-3 litre arası su
tüketmek yararlı olacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)