22 Nisan 2014 Salı

En Değerlimiz...


Zaman zaman hepimizin kendimize tahammül edemediği anları oluyor.Hatta öyle ki severek yaptığımız şeyler bile artık tat vermemeye başlıyor.Okuduğumuz kitap,yediğimiz yemek,izlediğimiz film vs listeyi bitirmek mümkün değil.Bu zamanlarda içimiz daralır, ruhumuz bedenimize sığmaz olur.Yüreğimize cevabını alamadığımız sorular sorup daha da zorlaştırırız içinde bulunduğumuz durumu. İnsanoğluyuz kimi zaman kendimize acı çektimeyi,olayların olumsuz yanlarını görmeyi meziyet sanıyoruz.

Tam da bu zamanlarda en güzel ilacımız olur dostlarımız. Bugün nasıl olduklarını sormak için aradığım iki dostum,beni o kadar mutlu ettiler ki kelimelerle anlatmak mümkün değil.Çünkü ikisi de birbirinden habersiz benim hakkımda aynı yorumu yaptılar.Bu yorumlar benim için beklenmedik bir denklikti ve gün içinde çözmeye çalıştığım bir sorunumun çözümü oldu.

Dostlarımız kendimizi haksız yere suçlarken bize biz olduğumuzu gösterirler.Aslında bizde var olan fakat bizim görmediğimiz güzel yanlarımızı hatırlatırlar.Öyle bir şey söylerler ki bulunduğumuz andan çıkıp bambaşka bir yere götürürler.

Oya gibi işlediğimiz dosluğumuzun kıymetini zor zamanlarımızda anlarız.Öyle kolay değildir dosluk kurmak öncelikle dürüstlük,şefaflık,bağlılık ister.Hiç karşılık beklemeden elimizde ne varsa  veririz.Biliriz ki gün gelecek ve o verdiklerimiz bize altın tepsilerde sunulacaktır.Bununla birlikte gerçek dost aynadır.Gizlemez, olduğundan farklı göstermez bizi.Onun söylediklerinin önünde ya da arkasında başka bir şey aramayız.Sorgulamayız,yargılamayız aynı şekilde ne sorgulanırız ne de yargılanırız... Güveniriz,onun yanındayken kelimelerimizi seçmeyiz, saçmalayabiliriz, aklımıza gelen her şeyi bir anda anlatabiliriz.

Acıyı en derinden yaşadığımız anlarda bile onunla paylaşabilmemiz su serper yüreğimize. Görmekte zorlandığımız çıkış kapısına gitmek için gören gözümüz, tutan ellerimiz ve içimizdeki dayanma gücümüz olurlar.Sahip olduğumuz en büyük zenginliklerden biridir dostlarımız.Zaman geçtikçe değeri artan,biz değer verdikçe bize değer kazandıran...

 

21 Nisan 2014 Pazartesi

Ya şundadır, ya bunda! Karar veremiyorum!

Bugün özgüven konusunda bir kaç güzel yazı okurken bir tanesi dikkatimi çekti.Bu yazıda dikkatimi çeken nokta, insanların gerçekten hata yapmaktan korkuyor olmalarıydı.Bununla birlikte hayatımızın farklı yerlerinde karşımıza çıkan kararsızlık engeli de ortaya çıkmaktadır.Yazının tamamını sizinle paylaşmak istedim.


 Özgürlüğün en zor tarafı karar verme zorunluluğudur. Başkalarının doğruları ile hareket etmek onların yolundan yürümek her zaman daha kolay gibi. En azından ben de herkes gibi yaptım diyebilir insan. Uyum içinde kendini bir süre daha güvencede hissedebilir. Sorumluluk taşımaya da pek gerek kalmaz. Sanırım birçok insan böyle yaşıyor. Sonra birden özel hayatımızla ilgili kritik bir durum yaşıyoruz ve karar vermek gerekiyor.
´Evet´ dersem bir dolu şey geliyor başıma, ´hayır´ dersem kapkara bir dünya ve boşluk mesela.

"Aslında böyle yapmamam gerek ama yapmazsam huzur bulamıyorum, müthiş bir kararsızlık - nedir bu bilmece, bu çıkmaz?"
Kendimizi yargılamak yararsız

Bir de üstüne kendimizi yargılamamız başlar. "Of, niye böyleyim, niye bilemiyorum nasıl karar vermem gerektiğini, aptal mıyım, neyim eksik?" "Başkaları nasıl karar veriyor, hiç can çekişmeden benim gibi? Niye cesaret edemiyorum", vs. vs.

Arkadaşlara, güvendiğimiz kişilere sorarız çaresiz kalınca "Sen olsan ne yapardın", ben bir türlü karar veremiyorum" şeklinde. Onlar da canı gönülden, anlatırlar, nasihatlar, örnekler verirler, kendi hayatlarından, ata sözlerinden, geçmişten, onun bunun başına gelenden.

Evet, doğru, siz de biliyorsunuzdur bunları, çok kereler düşünmüşünüzdür aynı şeyleri. Ama yine de tuhaftır içiniz - rahat değildir. Hak da verirsiniz onlara ama niye o kararı öylesine vermek doğal gelmez, kolay gelmez sizi rahatlatmaz! "Herkes için doğru olan benim için de doğru mu? Benim doğrumu bulmam için benim karar vermem gerekmez mi?"
Karar vermekten korkmayın!

Kararlarımız yaşantımızın kaçınılmaz parçaları. Sorumluluk taşıdığımız sürece verdiğimiz kararlar ile ister istemez hayatımızı belirli yollara yönlendiriyoruz.

İnsanların karar vermede karşılaştıkları en büyük sorun sonradan pişman olmamak ve yanlış bir şey yapmamak için kendilerini doğru karar vermeye zorlamaları oluyor.

İşte ben o yanlış karar kısmında durmanızı istiyorum. Kime göre yanlış olabilir kararınız? Evet bir sürü insan "Ayol çıldırdın mı?" diyebilir. Sebep, onların böyle bir karar almayacaklarıdır. Olabilir. Ama onlar siz değilsiniz. Sizin yaşamınız boyunca edindiğiniz deneyimler, sizin gereksinmeleriniz, sizi böyle bir karara itiyor olabilir. Ve bu sizin gelişiminiz için çok önemli bir yol olabilir. Diğerleri buralara gelmemiş olabilir, böylelikle sizin daha yaşamanız gereken yeni duygulara, yeni olaylara yeni deneyimlere şans vermeniz şart. Diyelim ki yanlış bir karar verdiniz. Hani o en korktuğunuz şey başınıza geldi. Bu ne ifade eder? Çok basit: Kendinizi daha yakından tanımanızı, tecrübe edinmenizi ve en önemlisi yeni sonucun, sizi yeni çözümler aramanız için zorlamasını. Evet en kötü ihtimaliniz.
Ben böyle istedim, ben sonuçlarına katlandım, ben her türlü duyguyu, aşk, sevinç, korku, umutsuzluk, acı, başarı, güven; evet hepsini yaşadım. Ben yaşadım diyebilmek!

Yanlış yapmaktan korkmayın
Sorumluluğu üstlenip, ne olursa olsun bir çözüm bulabileceğinize inanıp kendinize "Ben becerebiliyorum" diyebilme şansını verin.

Eğer karar verememe sürecinde çok bunalırsanız, en azından "Bugün karar vermeyeceğim, yarın karar vereceğim" diye karar verin!
Bir takım yeni zorluklara çözüm bulmak zorunda kalmanız, bunları mecburen çözmeniz ve başarı sağlamanız gerecek ve bu da sonuçta sizi daha güvenli ve mutlu bir insan yapacaktır.


Kaynak:www.zeded.com

18 Nisan 2014 Cuma

Şişmanlık pişmalıktır...


Obezite, günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Obezite genel olarak bedenin yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının aşırı artması sonucu boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının arzu edilen düzeyin üstüne çıkmasıdır.

Bilindiği üzere beslenme; anne karnında başlayarak yaşamın sonlandığı ana kadar devam eden yaşamın vazgeçilmez bir ihtiyacıdır.İnsanın büyümesi, gelişmesi, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için gerekli olan besin öğelerini yeterli ve dengeli miktarda alıp vücutta kullanabilmesidir. Karın doyurmak, açlığı bastırmak, canının çektiği şeyleri yemek veya içmek değildir.

Sağlıklı bir yaşam sürdürmek için, alınan enerji ile harcanan enerjinin dengede tutulması gerekmektedir.

Günlük alınan enejjinin harcanan enerjiden fazla olması durumunda, harcanamayan enerji vucutta yağ olarak depolanmakta ve obezite oluşumuna neden olmaktadır. Buna paralel olarak, günümüz teknolojisindeki gelişmeler, yaşamı kolaylaştırmakla birlikte, günlük hareketleri önemli ölçüde sınırlamıştır.

Tamda bu noktada bireylerin obeziteden korunmaları için yaşam şekillerinde bir kaç değişiklik yapabilmeleri mümkündür. Günlük hayatlarında dikkat edecekleri ufak detaylar sağlıklarını pozitif yönde etkileyecektir.Burada sağlık koçları olarak kişinin değişim konusundaki hedefine ulaşması için destek oluruz.Kişinin cevaplaması gereken bir kaç örnek soru sıralayabiriz.

ü  Kişi yediği besini ne için yediğinin farkında mı?

ü  Hangi durumlarda daha çok yemek yeme ihtiyacı duyuyor?

ü  Günde kaç öğün yemesi gerektiğini biliyor mu?

ü  Günlük tüketilmesi gereken besin gruplarını ve miktarlarını biliyor mu?

ü  Hareket etmesini engelleyen şeyler nelerdir?

ü  Sağlıklı yaşam için hayatında daha iyi yapması gereken bir şey var mıdır?

ü  Sosyal ortamlarda yemek tercihini nasıl ve neye göre yapıyor?

ü  Daha sağlıklı bir yaşam için atacağı ilk adım nedir?

ü  Bir uzmandan destek alamasına gerek var mıdır?

ü  Beslenme ile ilgili sınırlayıcı inançları var mıdır?

Bu sorular daha sağlıklı ve obeziteden uzak bir yaşam için sorulacak sorulardan sadece bir kaçıdır.Bireyde genetik olarak aşırı kilo alımına yatkınlık varsa, kişi bunun için önlemlerini almalıdır. Gerekirse alışkanlıklarını ve yaşam şeklini ona göre düzenlemelidir.

 Unutmayalım ki tercihlerimizden bizler sorumluyuz. Şimdi beden ve ruh sağlığınız için “Neleri yapmaktan vazgeçmeli ya da neleri hayatınıza eklemeli?” diye bir liste yapmakla başlayabilirsiniz. Hayatınızın ritminin devamı için sağlıklı beslenin. Bilmeliyiz ki şişmanlık pişmanlıktır.

 

Kaynak:www.thsk.saglik.gov.tr

 

16 Nisan 2014 Çarşamba

Zeirgarnik etkisi ile erteleme alışkanlığının ne ilgisi var?


Başarıya giden yolda önümüze  çıkabilecek olumsuz durumlardan birisi de erteleme alışkanlığıdır. Bazen yapmak zorunda olduğumuz işleri "canımız istemez" ve erteleme yoluna gideriz. Peki Zeirgarnik etkisi ile erteleme alışkanlığının ne ilgisi var?
Garsonlar, Lost dizisi ve Charles Dickens ertelemeyi bırakmak hakkında bize ne öğretebilir?

Erteleme illetiyle baş etmenin en basit yollarından biri işi başından aşkın garsonlardan ilham almaktır.
Buna Zeigarnik Etkisi deniyor. Rus psikolog Bluma Zeigarnik’in (resimde solda, evet solda, hayır erkek olan değil, soldaki kadın) ismiyle anılıyor. Viyana’da gittiği restoranda otururken tuhaf bir durum Zeigarnik’in dikkatini çekiyor. Garsonların siparişleri sadece servis sürecinde hatırladıklarını fark ediyor. Servisi tamamladıklarında siparişler hafızalarından buharlaşıp gidiyor.

Çalışmalarına dönen Zeigarnik bu durumla ilgili bir teori geliştirmeye koyuluyor. Laboratuar ortamında bir deney oluşturuyor. Deneklere yirmi kadar basit görev veriyor; bulmaca çözmek, ipe boncuk dizmek gibi görevler. Yalnız bazen araya girip yapmakta oldukları işi yarıda kesmelerine neden oluyor. Daha sonra deneklere hangi görevin daha çok akıllarında kaldığı soruluyor. Tamamladıkları işlerden çok yarım bırakmak zorunda kaldıkları işleri hatırlayanların sayısı diğerlerinin iki misli çıkıyor.
Ertelemenin psikolojisiyle ilgili bir fikir verdi mi? İşte bir ipucu daha…

Bundan altmış yıl kadar sonra Kenneth McGraw ve meslektaşları Zeigarnik Etkisini başka bir yoldan test etti. Bu deneyde katılımcılara oldukça zorlu bir yapboz verildi; hiçbiri yapbozu tam olarak bitirmemişti ki araştırmanın sona erdiği belirtildi. Buna rağmen katılımcıların yüzde doksanı yapbozu tamamlamayı sürdürdüler.
Ne diyorsunuz?

Arkası Yarın
İşte size bir ipucu daha: Seyirciyi o kanalda tutmak için televizyoncuların kullandığı en eski numaralarından biridir haftalık dizi filmler. Dizinin son sahnesi şok edici, yarım kalmış, sonucu belli olmayan bir resimle biter örneğin. Kahramanımız balkondadır ve arkasından yaklaşan bir gölge onu sırtından iter. Sahne burada dondurulur. Kahramanın düşüp düşmeyeceğini öğrenmek için ertesi haftayı beklememiz gerekiyordur.

Sonra şu yazıyı görürüz: DEVAM EDECEK
Ertesi hafta sonucu görmek için yine o kanalı açarsınız çünkü gizem aklınızda kalmıştır, zihninizi hâlâ meşgul etmektedir. Tamamlanmamıştır.

Büyük romancı Charles Dickens da aynı tekniği kullanırdı. Eserlerinin çoğu, daha sonradan tam olarak yayımlanmış olsa da önce tefrika halinde basılmıştır. Oliver Twist örneğin.

Madem Başladım O Zaman Bitireyim
Bütün bu örneklerin ortak noktası şu ki, insan bir işe başladı mı onu yarım bırakmaktan çok bitirmeye eğilimli oluyor. Erteleme illetine şayet haddinden büyük bir işle karşı karşıyaysak tutuluyoruz ve o işe başlamayı sürgit geciktiriyoruz. Bu da genellikle ya nasıl ya da nereden başlayacağımızı bilemediğimiz durumlarda oluyor.

Zeigarnik Etkisinin bize öğrettiği şu ki, ertelemeyi yenmekte kullanabilecek bir silah varsa o da bir yerden, herhangi bir yerden başlamak.
En zor kısmından başlamayın elbette. Önce daha kolay olan kısımları deneyin. Büyük bir projenin bir parçasının bile altından kalktığınızda gerisi gelecektir. Bir kere başladınız mı içinizde bir dürtü oluşur. “Madem başladım, bitireyim.” Zihninizin gerisinde, farkında bile olmadığınız bu küçük ses sizi o görevi tamamlamaya teşvik eder. Dünyanın her yanında onca insan Lost dizisini nasıl seyretti sanıyorsunuz?

Gayet basit bir tekniktir bu ama sıklıkla aklımızdan çıkar; yine gidip bir işin en zor kısmına dikeriz gözümüzü ve gözümüzde büyütürüz işi. “Yapamayacağım” düşüncesi ertelemenin en sevdiği kardeşidir.
Yalnız Zeigarnik Etkisinin önemli bir istisnası var. Bir şeyi elde etmek için yeterince motive olmadığımız durumlarda bir işe yaramaz. Şurası gerçek ki, bir şeyi imkânsız ya da sıkıcı buluyorsak zahmete girmeyiz.

Ama ulaşılabilir bulduğumuz bir amaç için sadece bir adım atmak çok büyük bir fark yaratır.

 
Kaynak: http://www.kuraldisidergi.com

10 Nisan 2014 Perşembe

Atalet asla başlayamamaktır...

Azmin ve kararlılığın zıt kavramı ise atalettir. Azim asla vazgeçmemek demektir. Atalet ise asla başlayamamaktır. Başladığınız işleri bitirmemek de ataletin diğer bir örneğidir.

Atalet içindeki kişilerin genellikle şöyle dediğini duyarsınız: “Ben mükemmelliyetçiyim. Ben bir işe başlamadan önce şartlar benim çalışmam için uygun olmalı. Dikkatimi dağıtacak hiçbir şey olmamalı, çok fazla ses olmamalı, telefonlar mümkünse çalmasın, telefon çalınca dikkatim dağılır. Elbette fiziksel olarak kendimi iyi hissetmeliyim, başım ağrıyorsa nasıl çalışabilirim ki ?” bu kişiler atalet içinde olduklarından bir işe asla başlayamayanlardır.
Bir de başladıkları işi bitirmeyenler vardır, başladıkları işi hep yarım bırakırlar ama onların da mükemmelliyetçilik kılıfıyla örtülmüş bahaneleri daima hazırdır. Şöyle derler: “ben herşeyin tam ve mükemmel olmasını isterim. Hiçbir işden tatmin olmam. Bunun “i” harflerinin noktaları mükemmel bir benek şeklinde olmalı, bütün “t” harfleri birbirinin aynı olmalı. Yoksa o iş bitmiş sayılmaz. Ben kendimin en büyük eleştirmeniyim, ne yapayım ben böyleyim. Mükemmelliyetçi olduğum işler işler bitmiyor. Ama değişemem ki…”
Burada neler olduğunu görebiliyor musunuz ? “Yanlış” bir davranış, “erdemli” bir davranışmış gibi gösteriliyor. Mükemmelliyetçi “kendi standartlarının içinde yaşadığı bu dünya için çok yüksek olduğunu” söylüyor. Hata-erdem sendromu adını verebileceğimiz bu davranış biçimi, aslında kişilerin zayıflıklarını örtmek için geliştirdikleri bir savunma kalkanıdır. Sahte bahaneler bulma çabasıdır. Elbette ki bu davranış şekli ataletin gerçek nedenlerini açıklamaz. Çünkü ataletin gerçek nedenleri çok daha derinlerde saklıdır.

Ataletin temelinde “başarısızlık korkusu” yatar. Korku sizi paralize etmiştir ve ilerlemekten alıkoymaktadır. Hiç başlayamamak ile başladığınız işi bitirememek arasındaki fark nedir ? aslında hiç fark yoktur. Her iki durumda da bir noktada takılıp kalırsınız. Her iki durumda da hiçbir yere varamazsınız. Yapmanız gereken görev ya da iş ne olursa olsun, karşısında yenik duruma düşmüşsünüzdür.

Bu davranışın gerçek nedeni ise sizin gelecekle ilgili oluşturduğunuz hatalı vizyonlarınızdır. Bu işi başaramadığınızda neler olacağını düşünmek, sizi o işi bitirmekten alıkoyan davranışı doğurur… yani ataleti. Belki başarısızlığınız karşısında insanların size güleceklerinden korkarsınız, belki alacağınız eleştirileri kaldıramayacağınızı düşünür ondan korkarsınız ya da korkunuzun nedeni, işi beklenen şekilde tamamlayamadığınızda, cezalandırılacağınız düşüncesi olabilir.
Kısaca geleceğinizle ilgili oluşturduğunuz “negatif vizyonlar” sizi ilerlemekten alıkoyar, takılır kalırsınız. Bu pek çok kişinin zihninin kendi yarattığı bir araçtır.
Öyleyse bizi ilerlemekten alıkoyan ataleti yenmek için ne yapmalıyız ? şimdi size ataleti, azme dönüştürmenizi sağlayacak bir teknik göstereceğim. Ataleti ve pasifliği, üretkenliğe ve kararlılığa dönüştürmek için temel prensip şudur.

Parçalara Ayırma Prensibi

Tamamlamaya çalıştığınız işin niteliği, bu prosesin işleyişini değiştirmez. Belki bir kitap yazmak istiyorsunuz, bir dağa tırmanmak istiyorsunuz, ya da evinizi badana yapacaksınız. Başarmak istediğiniz şey ne olursa olsun, başarının anahtarı, yapacağınız işi küçük parçalara ayırabilmenizdir. Her küçük parça işin, kolaylıkla tamamlayabileceğiniz, idare edebileceğiniz, bir bölümü olmalıdır. Tam şu anda işin ne kadarlık bölümünü bitirmeniz gerekiyorsa o kadarlık kısmına odaklanın. Daha ilerisinin düşünmeyi bırakın. Geleceği negatif bir şekilde gözünüzün önüne getirmekten vazgeçerek, tam da bulunduğunuz an için pozitif bakış açısı geliştirin. Bu teknik ataleti yenmedeki en önemli tekniklerin başında gelir. Şimdi bunu bir örnekle biraz daha açıklayalım:
Diyelim ki sizden 400 sayfalık bir roman yazmanızı istedim. Eğer siz de çoğunluk gibiyseniz, bunun tamamlanması imkansız bir görev olduğunu düşünebilirsiniz. Ama şimdi size daha farklı bir soru sorduğumu farz edin; bu kez diyorum ki: “bir yıl boyunca her gün 1.5 sayfa yazı yazmanı istiyorum” Yapabileceğinizi düşünür müsünüz ? 400 sayfalık kitap yazma fikri imkansız gibi görünürken, bu yeni teklif size biraz daha kolay gelmedi mi ? En azından yapması imkansız gibi görünmüyor olsa gerek.
Burada yaptığımız “400 sayfalık kitap yazma işini parçalara ayırmak oldu. Peki iş kolaylaştı mı, belki evet… ama inanın bana, hala bazılarınızın gözünün korktuğunu görür gibi oluyorum. Neden mi ? çünkü burada “bir yıl” boyunca sürecek bir çalışmadan bahsettim, her gün 1.5 sayfa yazın dedim. 1.5 sayfa yazma kısmı kolay. Ama bunu 1 yıl boyunca yapmanız söylendiğinde bu pek çok kişinin gözünü korkutur. İnsanlardan bir yıl boyunca sürekli aynı şeyi sürdürmesini istediğinizde, kişiler ileriye bakma ve negatif bir ruh hali geliştirme eğilimine girerler. Öyleyse ne yapmalıyız. Haydi işi biraz daha parçalara ayıralım:

Bu kez sizden, “bugün” 1.5 sayfa yazı yazmanızı istiyorum. Bunu isterken bir yıl, bir ay, bir hafta boyunca demiyorum. “Bugün 1.5 sayfa yazı yaz” diyorum, daha ötesine bakmanızı istemiyorum. Pek çok kişi bunu rahatlıkla kabul edecektir. Hatta 400 sayfalık bir kitap yazmanın kendileri için imkansız olduğunu düşünenler bile.

Yarın olduğunda bu kişilerden yine aynı şeyi isteyeceğim, ve onlara şöyel diyeceğim “düne bakma, yarına da, asıl olan bu gündür ve bugün yapman gerek 1.5 sayfa yazı yazmaktır”. Sizce yapabilirler mi ?
Buradaki teknikte yapılması gereken işin yanı sıra zamanı da parçalara ayırmış oluyoruz. Önemli bir işin için gereken zamanı bir günlük zaman dilimlerine bölüyoruz. Aynı anda yapılması gereken işin kendisini de parçalara ayırmış bulunuyorsunuz. İnanın bana bu tekniği bir yıl boyunca uygularsanız, sonunda hepinizin 400 sayfalık bir kitabı olacaktır !
Eğer gözünüzü korkutan bir işle karşılaştığınızda, içinde bulunduğunuz günü esas alır, geriye ve ileriye bakmadan günlük görevlerinizi yerine getirirseniz başaramayacağınız iş yoktur.
Unutmayın en uzun maraton koşusu bile “tek bir adım ile başlar”. Kalkın ve ilk adımızını hemen şimdi atın.


Kaynak:muminsekman.com

4 Nisan 2014 Cuma

BEN MUTLU OLMAYI ÖĞRENDİM


Bir akşam iş çıkışı arkadaşımın biri bana “Senin kadar mutlu sağlık çalışanı görmedim” dedi. Aslında bu tespite şaşırmamıştım çünkü günümüzde mutsuz çalışan kişi sayısı çok fazla.Ona, mesleğe ilk başladığım zaman  yapmış olduğum tercihimi anlattım:  
“Mezun olduktan sonra ilk iş günü merakla  kliniğe gittim. Daha ilk anda çalışanların ve hastaların mutsuz yüz ifadeleri dikkatimi çekmişti.Hemen hemen herkes mutsuzdu.Günün sonunda bende kendimi mutsuz hissederek ayrılmıştım.Ve anladım ki bu şekilde ben bu işi yapamaycaktım. Ve o anda kendi kendime bir karar aldım:‘Ya burda mutlu olmayı öğrenecektim ya da diğerleri gibi mutsuz olacaktım.’”

O gün aldığım kararı, hayatımın her anında uygulamayı öğrendim. Ve fark ettim ki yaşadığımız her durum karşısında kendimize iki şık sunmalıyız, ya iyi olacağız ya da kötü.Bu iki şık arasında da tercihi kendimiz yapıyoruz.Hangisini tercih eder ve inanırsak onu yaşamış oluyoruz.Gittiğim her yerde burayı seveceğim dedim ve sevdim.Yaptığım her işte tercihimi,sevmekten yana kullandım ve severek yaptım. Bazen tam tersi oldu sevmeyeceğimi anladım ve hemen bulunduğum yeri ya da yaptığım işi değiştirdim.Tercihlerimiz bizim elimizde ve tercih ettiğimiz yolda hangi duyguyla yürüyeceğimiz de.

Mutlu olmak için beklemeyin...Mutluluğu tercih edin ve hayatınıza devam edin.

2 Nisan 2014 Çarşamba

50 GÜÇLÜ SORU

Zaman zaman hepimizin ne istediğimizi bilemediğimiz anları olmuştur. Koç David Wood'un 50 Güçlü Soru'u kaynağının bu konuda faydalı olacağını düşünerek paylaşmak istedim.Kendinizi tanıdığınız ve ne istediğinizi bildiğiniz bir yaşamınız olsun...



 HEDEFİNİZİ BELİRLİYORUZ

1. Eğer hayatınızı doyasıya yaşamanız mümkün olsaydı, ilk neyi değiştirmekle başlardınız?

2. Hayatınızın hangi alanlarında iyileştirme yapardınız?

3. Şu anda hayatınızda en büyük değişimi yaratacak ne üzerinde çalışabiliriz?

4. Hedefinizi ikiye katlamak size ne hissettirirdi?

5. Hayatınızda göz yumduğunuz veya katlandığınız neler var?

6. Hayatınızda nelerin daha FAZLA olmasını istersiniz? (Bir liste yapın)

7. Hayatınızda nelerin daha AZ olmasını istersiniz? (Bir liste yapın)

8. Düzenli olarak yaptığınız halde size bir şey katmayan, amacınıza hizmet etmeyen 3 şey nedir?

9. Hedefinizi nasıl daha açık, net ve ölçülebilir hale getirebilirsiniz?

10. Hedeflerinize ulaşmanın yaratacağı en büyük etki ne olurdu?

11. Başarısız olmayacağınızı baştan bilseniz şu anda ne yapmak isterdiniz?

12. Bunu; kaçtığınız bir şey yerine, hevesle gittiğiniz bir şey haline nasıl getirebiliriz?

13. Sevdiğiniz şeyler neler?

14. Nefret ettiğiniz şeyler neler?

15. Ölmeden önce yapmak istediğiniz şeylerden biri nedir?

16. Şu an hedeflerinizi başarmaya kendinizi adamak için doğru zaman mıdır?

17. Şu an yüzünüze bir gülücük konduracak ne üzerinde çalışmak isterdiniz?

18. Hayatınızın mükemmel olması için neyin değişmesi gerekir?

19. Gerçekten, gerçekten ne istiyorsunuz?

20. Hayat tarzınızda, size biraz daha huzur getirecek hangi değişimi yapmak isterdiniz?
HAREKETE GEÇİYORUZ
21. İlk adım/bir sonraki adım nedir?

22. İlk (veya bir sonraki) adımı bulmak için yapmanız gereken araştırma nedir?

23. Bu konu hakkında kimle konuşabilirsiniz? Bu konuyu size kim aydınlatabilir?

24. Kiminle vakit geçirebilirsiniz ki amacınızı gerçekleştirmek doğal bir şey olsun? (Bu amacınızı zaten gerçekleştirmekte olan kim var?)

25. İhtiyacınız olan bilgiyi nasıl temin edebilirsiniz?

26. Bu haftaya anlam katacak, harekete geçeceğiniz 3 konu ne olabilir?

27. 1’den 10’a giden bir ölçeğe göre cevap verirseniz, bu konular hakkında harekete geçmek sizi ne kadar heyecanlandırıyor?
28. Daha iyi bir sonuç almanızı ne sağlardı? (Korkuyu ele almak, adımları netleştirmek, daha fazla destek, daha fazla eğlence vs)

29. Hedeflediğiniz noktaya ulaşmış bir kişi böyle bir noktada ne yapardı?

30. Bu konuda hiçbir şey yapmazsanız ne olur? (Hiçbir şey yapmamanın size bedeli ne olur?)
YENİ BAKIŞ AÇILARI KAZANIYORUZ

31. Bu durumdan ne öğrenebilirsiniz?

32. Hangi açıdan bakıldığında bu durum harika (sonuçlar getiriyor)?

33. Tüm bu durumu en hızlı şekilde değiştirip ondan nasıl keyif alabilirsiniz?

34. Bu durumda şükredecek ne bulabilirsiniz?

35. Neyi iyi yapıyorsunuz? Neyi daha iyi yapabilirsiniz?

36. Hayatınızda daha çok zevk alarak yapabileceğiniz bir şey nedir?

37. Siz kendi koçunuz olsaydınız, kendinize ne önerirdiniz?

38. Mevcut davranışınızın değeri nedir?

39. Kendinizi ve hedeflerinizi sabote etmek için en sık kullandığınız yol nedir?

40. Sizi kendinizi sabote ederken yakaladığımda size ne demeliyim?
GENEL TEŞHİS SORULARI

41. En güçlü olduğunuz 3 alan nedir?

42. Şu an sizi en çok heyecanlandıran şey nedir? Neyi dört gözle bekliyorsunuz?

43. Hayatınıza daha fazla enerji taşıyacak yollardan biri nedir?

44. Eğer ideal bir ilişkiniz olsaydı, diğerlerinden farklı olacak şey ne olurdu?

45. İstediğiniz herhangi bir şeyi yapabilseydiniz, ideal kariyeriniz ne olurdu?

46. Finansal olarak daha huzurlu olmanızı sağlayacak şey ne olurdu?

47. Hayatınızı ne için yaşıyorsunuz? Yaşam amacınız nedir?

48. Eğer (bugüne kadar yaşadıklarınıza bakarak) yaşam amacınızı tespit edebilseydiniz, sizce bu ne olurdu?

49. Hayatınızda bugüne kadar yaptıklarınızdan neyle anılmak isterdiniz?

50. Hayatınızda kim daha fazla onurlandırılabilir? Bugün onları herhangi bir şey için onurlandırmak ister misiniz?